Tanrı, gökyüzüne ateş etti
kuşlar gövdeme kaçıştı
uyuttum koynumda
bir göl kıyısında uyandırdım hepsini
konuştum onlarla
bedenlerine sıkışan ruhlarını topladım yüzümde
alnımın çizgilerinden yola koyuldular
çıkmak için tanrının karşısına
sesine ilişip rüzgarın
kanatlarını birleştirdiler
ve ortalarına aldılar güneşi
ışık artık gövdelerindeydi
ve kelebekler kanatlarına yapışmıştı
tanrı ise çoktan unutup güneşe arkasını dönmüş
dünyayı kucağında sallıyordu .
Nilay akçay
Yazdıklarımın öznesi olan, adına yazılar yazdıranlara teşekkür ederim... Bir şiirin öznesi olmayı başarabilene...
28 Aralık 2008 Pazar
25 Kasım 2008 Salı
GÜNEŞ(T)E ÖLMEK
(“Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum!” YUSUF ASLAN )
GÜNEŞ(T)E Ölmek
Yüzünde acıyı biriktiren gece
Göğsümde cılız bir ayaz saklıyor
hiçbir kışın solduramadığı çiçekler can çekişiyor içimde
Bilincim,ölüden medet uman bir kadın çaresizliği…
İp bağlıyor kalbim ağaçlara
Bir duadan devşirme sözler serpiyorum taze mezarlara
Taşlarında yüzünün karşılığı acı…
Okudukça gözlerim siliniyor
Rengini gökyüzünden çalan bir şiir
Çığlıklarımdan tutup içine çekiyor
Güneşe, ölmeye gidiyorum…
Nilay Akçay
KASIM 2008
(ANAFİLYA ŞUBAT 2009)
GÜNEŞ(T)E Ölmek
Yüzünde acıyı biriktiren gece
Göğsümde cılız bir ayaz saklıyor
hiçbir kışın solduramadığı çiçekler can çekişiyor içimde
Bilincim,ölüden medet uman bir kadın çaresizliği…
İp bağlıyor kalbim ağaçlara
Bir duadan devşirme sözler serpiyorum taze mezarlara
Taşlarında yüzünün karşılığı acı…
Okudukça gözlerim siliniyor
Rengini gökyüzünden çalan bir şiir
Çığlıklarımdan tutup içine çekiyor
Güneşe, ölmeye gidiyorum…
Nilay Akçay
KASIM 2008
(ANAFİLYA ŞUBAT 2009)
8 Kasım 2008 Cumartesi
DELİLİK MAKAMI
tüm acılarımı toplayıp döküyorum dizelere
yalnızlığımın toplamı bir şiir devriliyor üstüme
düşüyorum şairi kimsesiz bırakan bir sokak ortasına
kendime sarılıp ilerliyorum
arkamdan,acısını terkisine atmış bir yalnızlık kovalıyor
kuşlar kulaklarını tıkamış duvarların
bağırıyorum,duymuyor yorgun işçileri uyutan evler
-çığlığım,hüzün saksıları düşürüyor kaldırımlara-
miting meydanlarında okunmadan yırtılan,
ezilmiş bir bildiri olup
dağılıyorum gecenin hoyrat koynuna
Ey bana büyük bir acıyı miras bırakan kitaplar!
Artık yaşamak,
Ruhumun delilik makamına terk edilmesi
ölmekse,
Bir patronun mezarıma kahkaha çiçekleri bırakmasıdır
Ey meydanlarından tırnaklarımla ölü sloganlar topladığım hayat!
Sana çıldırmış şairlerin
Çıldırmış mısralarında
Delilik makamından sesleniyorum
ister sesimi duy
istersen de kendini Tanrı’ya emanet et!
Nilay Akçay
(ORTANCA DERGİSİ MAYIS 2009 )
yalnızlığımın toplamı bir şiir devriliyor üstüme
düşüyorum şairi kimsesiz bırakan bir sokak ortasına
kendime sarılıp ilerliyorum
arkamdan,acısını terkisine atmış bir yalnızlık kovalıyor
kuşlar kulaklarını tıkamış duvarların
bağırıyorum,duymuyor yorgun işçileri uyutan evler
-çığlığım,hüzün saksıları düşürüyor kaldırımlara-
miting meydanlarında okunmadan yırtılan,
ezilmiş bir bildiri olup
dağılıyorum gecenin hoyrat koynuna
Ey bana büyük bir acıyı miras bırakan kitaplar!
Artık yaşamak,
Ruhumun delilik makamına terk edilmesi
ölmekse,
Bir patronun mezarıma kahkaha çiçekleri bırakmasıdır
Ey meydanlarından tırnaklarımla ölü sloganlar topladığım hayat!
Sana çıldırmış şairlerin
Çıldırmış mısralarında
Delilik makamından sesleniyorum
ister sesimi duy
istersen de kendini Tanrı’ya emanet et!
Nilay Akçay
(ORTANCA DERGİSİ MAYIS 2009 )
12 Eylül 2008 Cuma
9 Ağustos 2008 Cumartesi
TELAFİSİ YOK
Çıkmaz yalnızlığımın
Dar koridorlarında
gidişinin ardından yerlere saçılan ruhumun
kırılan yanlarına basıyor,
kendimi kanatıyorum...
odama musallat olan
acının uzayan karanlığında
gözlerimi kapıda unutmanın körlüğüyle
kendi gölgeme dolanıyorum
alışmaya çalıştıkça yokluğuna
Karabatak anılarım çekiyor içine
gölgede gidişinin resmini çiziyor çırpınmalarım
Öyle bir gittin ki
Tüm gelmeleri toplasam
Bir gitmen etmiyor
Telafisi yok
Gidişinle içimdeki çocuğun elimi bırakıp kaçmasının
Ben şimdi,
bu çocuğu aramaya
başka bedenlere gidiyorum
belki döner
belki de
bu kez
bir bedende
bu çocuğu
ben öldürürüm!
Nilay Akçay
Dar koridorlarında
gidişinin ardından yerlere saçılan ruhumun
kırılan yanlarına basıyor,
kendimi kanatıyorum...
odama musallat olan
acının uzayan karanlığında
gözlerimi kapıda unutmanın körlüğüyle
kendi gölgeme dolanıyorum
alışmaya çalıştıkça yokluğuna
Karabatak anılarım çekiyor içine
gölgede gidişinin resmini çiziyor çırpınmalarım
Öyle bir gittin ki
Tüm gelmeleri toplasam
Bir gitmen etmiyor
Telafisi yok
Gidişinle içimdeki çocuğun elimi bırakıp kaçmasının
Ben şimdi,
bu çocuğu aramaya
başka bedenlere gidiyorum
belki döner
belki de
bu kez
bir bedende
bu çocuğu
ben öldürürüm!
Nilay Akçay
26 Temmuz 2008 Cumartesi
GİTTİN
(Dilleri ağzından sökülen kentere,onların çocuklarına ve giden sevgiliye...)
Gittin!
Dünyanın bütün dillerinde
Bilmediğim sözcüklerle ağlıyorum
Her gece
Bir şiiri kanatıyor,
Duvarlara
Giderken çekip çıkardığın
Kalbimi asıyorum
Acılar,
ruhumu
Belleğine mil çekilmiş bir diyara
düşürüyor
dili, ağzından sökülen
lal bir kentin sessiz çığlığı,
kulaklarımı sağır ediyor
Ben bir yandan
Kent bir yandan
Ağlıyoruz
Gözyaşlarımız toprakta
dikenler büyütüyor
ve çocukların bedenleri
bu kez
mayın yerine
dikenlerde patlıyor
kent,
gözyaşlarımızla sular altında kalıyor
bense
çocukların ruhunda kanıyor
sevinçleriyle birlikte toprağa karışıyorum!
Nİlay Akçay
( ANAFİLYA AĞUSTOS 2008)
3 Haziran 2008 Salı
Nazım Hikmet'in Ölüm Yıldönümü
Dünyaca tanınan şairimiz Nâzım Hikmet Ran bundan tam 45 yıl önce bugün 3 Haziran 1963 sabahı gazetesini almak için dışarı çıktığında kalp krizi geçirdi, yaşamını yitirdi.
Türk edebiyatında çığır açan, şiiri zincirlerinden kurtaran, şiirleri dünya dillerine çevrilen büyük şairin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Vasiyetini şu şiirle mısralara döktü:
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, kurtuluştan önce yani,
Alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
Irgat Osman yatsın bir yanımda
Ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
Kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
Seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
Tarlalar orta malı, kanallarda su
Ne kuraklık, ne jandarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
Toprağın altında yatar upuzun, kara dallar gibi ölüler,
Toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben
Daha onlar düzülmeden,
Duymuşum yanık benzin kokusunu
Traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince, Ayşe’yle ırgat Osman büyük hasreti sağlıklarında
Belki de farkında bile olmadan
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
Ve de uyarına gelirse,
Tepemde bir de çınar olursa
Taş maş da istemez hani...
VATAN HAİNİ
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne
kapkara haykıranpuntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında,
Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse,
vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
YAŞAMAYA DAİR (1-2-3)1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile,
mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya 'Yaşadım' diyebilmen için...
1948
9 Mayıs 2008 Cuma
YOKLUĞUN VURGUN
(bedeninle bedenim, arasına tel örgüler çekilmiş iki yasaklı bölge şimdi, geçişi çok uzak zamanlarda kalmış)
Yokluğunun coğrafyasında
cirit atan tek gözlü
çift başlı acılar dikildi karşıma
kınından çıkan ucu sivri hatıralar
saplandı bilincimin en diri yanlarına
yırtıcı bir fotoğraf, pençesine aldı gülüşümü
ve savurdu bir okyanusun en dibine
korkular devriye gezdikçe bedenimde
göz altına alındı umutlarım
Yalnızlık ,
yatağıma musallat olan sinsi bir sevgili
Koynuma aldıkça,
hüzün yüklü bir şiir çağırıyor beni uzaklardan
sevda cümlelerinin
Aşk yüklü dizelerine takılıp
Kovuluyorum
Hiçbir dizeye duygu veremeyen
Pörsümüş,uyumsuz bir sözcüğüm şimdi
ilişmeye çalıştığım bir şiirde
yavaş yavaş anlamımı yitiriyor
hiçliğe yuvarlanıyorum!
Nilay akçay
(ORTANCA KASIM 2008 )
Yokluğunun coğrafyasında
cirit atan tek gözlü
çift başlı acılar dikildi karşıma
kınından çıkan ucu sivri hatıralar
saplandı bilincimin en diri yanlarına
yırtıcı bir fotoğraf, pençesine aldı gülüşümü
ve savurdu bir okyanusun en dibine
korkular devriye gezdikçe bedenimde
göz altına alındı umutlarım
Yalnızlık ,
yatağıma musallat olan sinsi bir sevgili
Koynuma aldıkça,
hüzün yüklü bir şiir çağırıyor beni uzaklardan
sevda cümlelerinin
Aşk yüklü dizelerine takılıp
Kovuluyorum
Hiçbir dizeye duygu veremeyen
Pörsümüş,uyumsuz bir sözcüğüm şimdi
ilişmeye çalıştığım bir şiirde
yavaş yavaş anlamımı yitiriyor
hiçliğe yuvarlanıyorum!
Nilay akçay
(ORTANCA KASIM 2008 )
27 Nisan 2008 Pazar
Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun
İşte aşkın, dokunmanın, bir olmanın anlamı, ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Aşk tarifim:
Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun
Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen
Herkesin perde perde çekildiği bir akşam
Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun
Ağzında eriklerin aceleci tadı
Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası
Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.
Yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor
Aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı
Bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen
Uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorsun.
Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı
Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa
Ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr
Sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun.
Sakarya Caddesi'nde sarhoşlar
Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar.
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
Örseler acıyla düştüğü yeri
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.
Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
Şükrü Erbaş
Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun
Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen
Herkesin perde perde çekildiği bir akşam
Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun
Ağzında eriklerin aceleci tadı
Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası
Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.
Yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor
Aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı
Bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen
Uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorsun.
Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı
Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa
Ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr
Sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun.
Sakarya Caddesi'nde sarhoşlar
Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar.
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
Örseler acıyla düştüğü yeri
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.
Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
Şükrü Erbaş
13 Nisan 2008 Pazar
Öğretmen nasıl deli olur? 1
Öğretmenlik, delirmekle eğlenmek arasında gidip gelmektir. Öyle olaylar yaşarsınız ki olay sonunda ya delirirsiniz ya da olayın zorla sinir bozucu komik durumunu yaşarsınız. Neden mi? Bakın bu yüzden:
Sınıfa girdiniz, acayip keyiflisiniz. Hoş beş ettiniz öğrencilerle, takıldınız birkaçına. Onlar sizi tepeden tırnağa süzdüler.
“Hocam, saçınızı mı boyadınız?”
“Hayır,aynı”
“Yok yok kesin boyadınız, ama iki gün önce böyle değildi”
“Sana öyle gelmiştir, aynıydı”
“Hadi hocam yapmayın, değişiklik var kesin boyadınız, hımm saklamayın zaten bugün de pek süslüsünüz, kimle buluşacaksınız?”
(Hımm şimdi anlaşıldı, saç bahane, asıl mevzuya daldı)
İşte tam burada gınk diye kalıyorsunuz, şaştınız. Şimdi nasıl bir mantıkla bu sonuca vardı acaba diye düşünürken yanıtlarsınız:
“Hayır dedim ya saçım aynı, kimseyle buluşmayacağım. Her zamanki halim. Hadi derse geçelim”
Öğrenciler, hınzır hınzır bakıp kıkır kıkır gülüşürler. Nihayet onu saçınızı boyamadığınıza ikna edip derse başlarsınız.”
Başlıyorsunuz ders anlatmaya, böyle acayip isteklisiniz, üstelik dilbilgisinin “baba” konularından. Öğrencilerin pür dikkat olması gerekiyor. Konu alt başlığının tanımını verirsiniz, anlatırsınız sonra da tanımı örnek cümlede uygulamak için tahtaya bir örnek yazarsınız. Örnek şudur:
“Söylenen sözlerin, yaşanan olaylardan önemli olduğunu Selim’de gördüm.”
Neyse örneği tahtaya yazmanızla öğrencinin atlaması aynı anda olur.
“Hocaaaaaam adı Selim mi?”
“Nasıl yani”
“Sizinkinin adı”
İkinci bir şok geçirirsiniz. Öğrenci takılmıştı aynı mevzuya. İlla didikleyecek. Hafifçe gülümsersiniz şaşkınlıktan, tam bir şey söyleyecekken atlar yine:
“İşte güldünüz, evet evet kesin adı Selim”
Siz bilmem kaçıncı şoku geçirirsiniz yine.
“Hayır, cümle “Tutunamayanlar” romanından. Karakterin adı Selim”
“Nereden bilelim biz, şimdi kurtulmak için söylüyorsunuzdur belki” deyip paranoyak davranışlarına devam eder.
(Artık neyden ve kimden kaçıyorsam,nasıl bir suç işlediysem?)
Şimdi bu durumda konuyu kapatmaya çalışırsınız, söylediklerinin doğru olmadığını söylersiniz, sinirlendir sizi ısrar ederek. Bu durumda siz de şeker gibi başladığınız derste acı bibere dönüşürsünüz, sinirleriniz bayağı bozulmuştur. Bu tip öğrenciye: “Kapat konuyu derseniz. “A hoca geçiştiriyor, demek ki doğru” mantığını kurar. Kızarsanız:” Çok tepki gösterdi demek ki doğru” der.Üstelik bu öğrenciler 18 yaş ve üstü, ne deseniz boş;yaşları gereği dik kafalıdırlar. Velhasıl ne derseniz deyin o inanmak istediğine inanacaktır.
Öğrencidir, öğretmeni merak edebilir çok normal, sabırla ikna etmelisinizdir. Ama karşınızda böyle bir öğrenci varsa o bildiğiniz psikoloji yöntemleri sökmez. Ya bağırıp çağırıp çıkarsınız ya da o da kendi bildiğine inanmaya devam eder, tenefüslerde koridorlarda paranoya hallerine bürünür. Gördüğünde gülmeler,ya da aman yarabbi ya kazayla sizin telefonla konuştuğunuzu fark etmesin, hemen siz daha konuşurken telefonla bir “Oooooo” çeker. Siz kesin sevgilinizle konuşuyorsunuzdur, annenizle, arkadaşınızla asla konuşamazsınız. Başka ihtimali olmaz. Üstelik çıkar kantine anlatır: “Nilay Hoca sevgilisiyle konuşuyordu.” Diğerleri zaten hazırdır böyle magazinel bir dedikoduya, hemen inanırlar, bir bakmışsınız yayılmış. Artık kurtuluşunuz yok, sizin bir sevgiliniz var, biraz kendinize özendiğinizde onunla buluşmaya gideceksinizdir. Sınıflarda “Hocam çıkışta takiptesiniz, yakalayacağız sizi” tehditleri geyikle beraber havada uçuşur. Artık yenilmişsinizdir. Kesinlikle direnmeyecek sadece gülüp geçeceksinizdir.Ya gülecek ya da delireceksinizdir çünkü.
:)))))
Nilay Akçay
Sınıfa girdiniz, acayip keyiflisiniz. Hoş beş ettiniz öğrencilerle, takıldınız birkaçına. Onlar sizi tepeden tırnağa süzdüler.
“Hocam, saçınızı mı boyadınız?”
“Hayır,aynı”
“Yok yok kesin boyadınız, ama iki gün önce böyle değildi”
“Sana öyle gelmiştir, aynıydı”
“Hadi hocam yapmayın, değişiklik var kesin boyadınız, hımm saklamayın zaten bugün de pek süslüsünüz, kimle buluşacaksınız?”
(Hımm şimdi anlaşıldı, saç bahane, asıl mevzuya daldı)
İşte tam burada gınk diye kalıyorsunuz, şaştınız. Şimdi nasıl bir mantıkla bu sonuca vardı acaba diye düşünürken yanıtlarsınız:
“Hayır dedim ya saçım aynı, kimseyle buluşmayacağım. Her zamanki halim. Hadi derse geçelim”
Öğrenciler, hınzır hınzır bakıp kıkır kıkır gülüşürler. Nihayet onu saçınızı boyamadığınıza ikna edip derse başlarsınız.”
Başlıyorsunuz ders anlatmaya, böyle acayip isteklisiniz, üstelik dilbilgisinin “baba” konularından. Öğrencilerin pür dikkat olması gerekiyor. Konu alt başlığının tanımını verirsiniz, anlatırsınız sonra da tanımı örnek cümlede uygulamak için tahtaya bir örnek yazarsınız. Örnek şudur:
“Söylenen sözlerin, yaşanan olaylardan önemli olduğunu Selim’de gördüm.”
Neyse örneği tahtaya yazmanızla öğrencinin atlaması aynı anda olur.
“Hocaaaaaam adı Selim mi?”
“Nasıl yani”
“Sizinkinin adı”
İkinci bir şok geçirirsiniz. Öğrenci takılmıştı aynı mevzuya. İlla didikleyecek. Hafifçe gülümsersiniz şaşkınlıktan, tam bir şey söyleyecekken atlar yine:
“İşte güldünüz, evet evet kesin adı Selim”
Siz bilmem kaçıncı şoku geçirirsiniz yine.
“Hayır, cümle “Tutunamayanlar” romanından. Karakterin adı Selim”
“Nereden bilelim biz, şimdi kurtulmak için söylüyorsunuzdur belki” deyip paranoyak davranışlarına devam eder.
(Artık neyden ve kimden kaçıyorsam,nasıl bir suç işlediysem?)
Şimdi bu durumda konuyu kapatmaya çalışırsınız, söylediklerinin doğru olmadığını söylersiniz, sinirlendir sizi ısrar ederek. Bu durumda siz de şeker gibi başladığınız derste acı bibere dönüşürsünüz, sinirleriniz bayağı bozulmuştur. Bu tip öğrenciye: “Kapat konuyu derseniz. “A hoca geçiştiriyor, demek ki doğru” mantığını kurar. Kızarsanız:” Çok tepki gösterdi demek ki doğru” der.Üstelik bu öğrenciler 18 yaş ve üstü, ne deseniz boş;yaşları gereği dik kafalıdırlar. Velhasıl ne derseniz deyin o inanmak istediğine inanacaktır.
Öğrencidir, öğretmeni merak edebilir çok normal, sabırla ikna etmelisinizdir. Ama karşınızda böyle bir öğrenci varsa o bildiğiniz psikoloji yöntemleri sökmez. Ya bağırıp çağırıp çıkarsınız ya da o da kendi bildiğine inanmaya devam eder, tenefüslerde koridorlarda paranoya hallerine bürünür. Gördüğünde gülmeler,ya da aman yarabbi ya kazayla sizin telefonla konuştuğunuzu fark etmesin, hemen siz daha konuşurken telefonla bir “Oooooo” çeker. Siz kesin sevgilinizle konuşuyorsunuzdur, annenizle, arkadaşınızla asla konuşamazsınız. Başka ihtimali olmaz. Üstelik çıkar kantine anlatır: “Nilay Hoca sevgilisiyle konuşuyordu.” Diğerleri zaten hazırdır böyle magazinel bir dedikoduya, hemen inanırlar, bir bakmışsınız yayılmış. Artık kurtuluşunuz yok, sizin bir sevgiliniz var, biraz kendinize özendiğinizde onunla buluşmaya gideceksinizdir. Sınıflarda “Hocam çıkışta takiptesiniz, yakalayacağız sizi” tehditleri geyikle beraber havada uçuşur. Artık yenilmişsinizdir. Kesinlikle direnmeyecek sadece gülüp geçeceksinizdir.Ya gülecek ya da delireceksinizdir çünkü.
:)))))
Nilay Akçay
10 Nisan 2008 Perşembe
İSYANDAYIM
Bencilce
İşgal ettiğin
Sonra da
Ateşe verdiğin
Bu yürek
İsyanda!
Umudum,
Kapıyı çarpıp çıktı;
Sevgim,
İzinsiz yürüyüşe geçti ;
Gözyaşım,
Acımı anlatan pankartlar açtı;
Kalemimse ,
Aşk şiirlerini boykotta!
Nilay akçay
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)