Sarı bir güne uyanıyorum. Doğruldum, örtüsünü sıyırdım penceremin. Açtım kanatlarını, hava boşluğuna çarptı yüzüm. İnceden bir serinlik… Doğanın keyfi yok anlaşılan.
Çektim kapıyı. Apartmanın boşluğunda sesler hapsolmuş sanki. Bir ben kıpırdıyorum. Usulca sürtünerek tırabzanlara süzülüyorum hayata. Kalabalığa karışıyor bedenim, damla damla birikiyor korkum. Azalacağında artıyor yalnızlığım. Hafif hafif esen bir rüzgar yüzümü yalıyor. Sanki geceden kalan uyuşukluğu temizlemek istiyor. Bırakıyorum kendimi ona. Üşüdüm sanki.
Yele verip gövdemi ilerliyorum. Göl kenarındayım. Mevsim yine yüzünü dökmüş. Yapraklar toprağı örtüyor, ağaçlar hüzne soyunmuş, sarı bir çizgi beliriyor ufukta. Ayaklarım suyun yanı başında… Eğiliyorum kıyısına. Kulağıma bir piyano sesi değdi. İç sesim mi acaba? Çeviriyorum başımı. Kolaçan ediyor bakışlarım her yanı. Ses gittikçe dokunuyor yüreğime. Bıraksam çekip alacak yüreğimi. Takılıyorum sesin peşine. Bir ezgi boyuca yol alıyor düşüncem. Yaprakların hışırtısı eşlik ediyor tuşlara. İçimden uzaklara giden bir tren geçiyor. Vagonlarından birinde bir yaşlı adam… Dayamış başını cama, gözlerinde gideceği yerin isteksizliği… Anılarına sığınıyor. Yokluyorum onunla hafızamı ben de. Bir çocuk beliriyor gözümde. Kolları arasında oyuncağı, sonsuz bir huzur sarıyor hislerimi. Hafif bir gülümseme ilişiyor yüzüme. Baktım yaşlı adamın da çizgileri kaybolmuş. Belli ki onun da içinden bu çocuk geçti. Parmaklar piyanoya sert basmış olmalı ki tren devriliyor, içimdeki çocuk ürkerek ağlamaya başlıyor, susturamıyorum. Bedenim sarsılıyor. Titremeye başlıyor yaşlı adam. Hıçkırıklara boğuluyoruz üçümüz, çocuk yaşlı adamla beraber fırlıyor gözlerimden. Oyuncağı sıkıştı yüreğime. Kırıldı. Topluyorum yüreğime saçılan parçaları.
Bir keman eklendi piyano sesine. Sakinleşiyor bedenim. Keman seriyor ruhumu kitapların üstüne. Bu kez genç bir kız karşılıyor. Bir tutam mücadele bir tutam umut ve isyan çalmış kitaplardan. Kemanla piyano yetişiyor genç kızın hızlı çarpan kalbine. Tutuyorum kızın ellerinden yürüyoruz sert ve kararlı adımlarla, bir adam kesiyor yolumuzu, gençliğini fırlatıyor kızın suratına. Kız bağırıyor, adam çekilmiyor önünden. Sert bir susku patlıyor aralarında. Kızın, bir eli sonsuzluğa değecek sandığı bir susku… Kız yürüdükçe adamın uykuları kaçıyor, bir korku alıyor adamı. Kız farkında ama inatçı adam gibi. Sonunda adam anlıyor bu yürüyüşten bıkmayacak kız. Susku da büyüyor. Dönüyor kıza yüzünü, kız da ona; ama bir gölge gibi peşinde adam. Kız yürüdükçe mutlu… Ellerinde başka eller; onun gibi kumral, esmer, beyaz eller ama avuçları umut dolu... Deli yüreklerini alıp yumruklarına savuruyorlar havaya… Kız heyecanlı… Aşk ve mücadeleyle çarpıyor yüreği. Kız dalıyor kalabalıklar içine, yakalıyor herkesi, anlatıyor , yüzündeki ışığı gözlerine tutmaya çalışıyor ; ancak kalabalığın yüzü kıza değil karanlığa dönük. Kalabalık yürüyor karanlığa, kız geçiyor önlerine durdurmaya çalışıyor ama kalabalık kızı ezip geçiyor. Tam o sırada kemanın teli kızın sevinciyle koptu. Bozuk bir ritmle sesi gittikçe kesildi. Kız yorgun düşerek çömeliyor yüreğimin derinlerine. Alıyor gövdesini kalabalıktan ve arkasını dönerek ilerliyor ters istikamete. Arkasından yuhlar kovalıyor, taşa tutuyorlar sözlerini, ezip geçiyor bir küfür. Tam o sırada adam yine beliriyor önünde. “Demiştim” bakışı fırlatıyor ona. Adam tutuyor elinden. Kız kararsız. Sendeliyor düşünceleri, sorular beynini kemiriyor. Kesik kesik inilti yayılıyor bedeninden. Kız, öfkesini savuruyor etrafına, bırakıyor adamın elini. Adam, bu sefer sakin, konuşmuyor, yatıştırdı kızı, başı arkada adamın ritminde ilerliyor, elini eteğini çekiyor kalabalıktan. Adamın elini de savuruyor sokağa ve yürüyor… Koşuyor uzaklara. Kalabalığa olan inancı bir göl kıyısında piyanonun tuşlarına sıkışıp kaldı. Biliyor kız: Sıkışan ruhunu kurtarabilirse piyanonun tuşlarından belki eski günlerdeki gibi yüzünü döner onlara, şayet kurtaramazsa ömrü boyunca ait olamayacağı ama içinde olmak zorunda olduğu o kalabalığın kollarına bırakacak kendini ve içinde onlar gibi olamamanın verdiği buhranla sonu belli olmayan bir hayata adımını atacak.
Tam o sırada bir orkestra, ordu gibi gelip dayanıyor gölün kıyısına. Kızı alıp çekiyor ortalarına. Ruhu sıkışmış piyanodan acılı nameler yayılıyor boşluğa. Kız sızlıyor. Eli kulaklarında duymamaya çalışıyor ruhunun sesini . Ney yenilişinin ayinini üflüyor kulağına, kız yerde… Hıçkırıkları karışıyor sese. Tedirginlikle yerde sallanan yapraklara sığınıyor kız. İyice sardılar kızı. Kız ufaldıkça ufaldı . Toprağa girecek sanki. Bir fırtına koptu, gür sesi ve tokmağıyla bir davul yetişti kızın acısına, kovaladı diğer sesleri. Acı silindi kızın kulağından, bedeni titremiyor. Yavaşça çekti kulaklarından ellerini. Kalabalık fırladı davulun gövdesinden, kızı çekip aldı aralarına, bir gülümseme kapladı kızın yüzünü. Kalabalığa olan inancı, su yüzüne çıktı. Davul ruhunu piyanonun tuşlarından söküp kızı kalabalıklar arasına gövdesinde taşıdı. Kız; tüm umutsuzluğunu, hüznünü göle vererek yürüdükçe çoğalan inancı ve güçlü adımlarıyla kalabalığı huzurlu bir keman eşliğinde aydınlığa taşıyor şimdi!
Nilay Akçay
Yazdıklarımın öznesi olan, adına yazılar yazdıranlara teşekkür ederim... Bir şiirin öznesi olmayı başarabilene...
28 Aralık 2009 Pazartesi
Hayat Tıkların Toplamı
Bir Sabah…
Ayaza kesen bir rüzgarın yüzüme musallat olduğu bir sabah…
Merdiven… Geniş basamaklı merdiven... İniyorum tek tek…Tık tık … Topuk sesim delecekken kulağımı yetişiyor imdadıma Farid Farjad. Ruhum sıkışıyor kemanın tellerine bu kez de -onun melodileri hep böyle yapmaz mı sanki - İlerliyorum. Her sabahki , yaşamın ağırlıyla ağırlaşmış insanların taşıyıcısı, yorgun otobüs; beni alıp götürecek. Ben de ağırlığımı bırakacağım koltuklarına birazdan.
Tık tık… Tık tık… Gözlerim çivilenmişken adımlarıma Farid coştu nedense. Söktüm bakışlarımın çivisini adımlarımdan. Sökmez olaydım! Bu kez bakışlarım değil, ben çivilendim olduğum yere. Acaba Farid yine büyüledi de beni, hayal mi görüyorum. Bir çift göz… Bütün hayatı yutmuş bir çift göz… Beni de yutacak sandım. İrkildim. Duruyor öylece. Kıpırdamıyor. Ah kıpırdasa neler olacak ama kıpırdayamıyor. O kıpırtısız ama insanlar kımıl kımıl ve sanki o yokmuş gibi geçiyorlar sağından solundan. Saniyede onlarca soru koşuşturdu beynimde. Sonra savuşturdum onları kafamdan, Farid de sakinleşti. Yaklaştım gözlere. Tık tık…
Duymadı tıklarımı. Aldırmadı. Farid coşmalıydın oysa ki. Yanaştım sağına. Eğildim bakışlarına. Bu sefer korkmuyorum, yutabilir beni de. Bakmadı. Sesine mi ilişsem acaba?
“ Aferdersiniz ! ”
“ … ”
“ Özür dilerim. ”
“ … "
Sessizliğiyle kovalıyor beni. Gitmeyeceğim. Durduk ikimiz de. Farid de durdu. Sessizliğe gömdük kelimelerimizi. Bazen sessizlik de işe yarar değil mi ? Bekledik. Ne tık tık ne Farid ne de kelime… Bu sessizlik fazla. Başladı yine Farid ve ekledi o da:
“ Git yanımdan! ”
İki kelime çarptı suratıma. Ayaza kesen rüzgardan daha sertti. Olsun, ben o rüzgara alışmıştım. Buna da alışırım.
“ Yardımcı olabilir miyim ? ”
Kafasını kaldırdı ve kömür karası bakışlarını göz bebeğime çarparak:
“ Hayır! ”
( Zaten Farid yine başlamıştı hüzün ıslıklarını çalmaya )
“ Nereye gideceksiniz ? ”
Kısa bir sessizlikten sonra -keşke sessiz kalsaydım aptal kafam , düşüncesiz , ne diye burnunu sokuyorsun? Bak yine darmadağın ettin bir ruhu - yıllardır damla damla biriken acı, yanaklardan yol alıp çağlayarak dökülmeye başladı avuçlarına .
Avuçladım acılarla ıslanan ellerini. Kanamaya başladı ruhum. Farid, susmalısın artık. Susturdum ikisini de. Konuşmadan ilerledik. Benim topuk tık tıklarım, onun baston tık tıkları… Bir o tıklıyor bir ben. Benim topuk aceleci ama onun baston yılların temkiniyle sakin. Topuklarım da uyum sağladı baston ritmine. Tık tıklar götürdü bizi evine. Kapının açılmasıyla bir ev dolusu yaşanmışlık karşıladı koridorda bizi. Evin sessizliğini, en az kendi kadar hayata tanık olan tahta merdivenlerin gıcırtısı bozuyordu sadece. Naftalin kokusuyla sarmaladığı siyah beyaz fotoğraflarda kendisini bulmamı istedi,gençliğini kanıtlamak istercesine.Kırılmış fotoğraflardaki yüzde, ince hatları arasında biriken kırışıklıklar eksikti sadece.Dalıp gitti fotoğraftaki yüzlere,sanki her bakışta yeni baştan yaşadı fotoğrafa kelepçelenen o anı.O çözülünce fotoğrafların kollarında ben çay demlemek için yol aldım mutfağa. Yaşanmışlıkları silmemek için sanki tutmuş rafında artık kaplaması kaybolmaya yüz tutmuş çaydanlığı. Elimde iki bardak çayla döndüm yanına.Donan kelimeler bir yudum sıcak çayla çözülmeye başladı. Yıllardır sessizlik ve kimsesizlikle hece hece ördüğü yalnızlık hırkası sökülmeye başladı. Yalnızdı ve yaşlıydı. Hem yalnızlık hem yaşlılık… Bu kadarı ağır olmalı. Konuştu bastonunun ritmiyle tıııık tıııık…Dinledim. Bir plak koydu eskilerden. Tanımadım. Anlattı. Oysa ne çok kişi varmış etrafında, ne çok! Yokladı hafıza sandığını. Başladı çıkarmaya tozlanan anıları. Anlattıkça neşelendi. Bir anlattı bir neşelendi. Neşesinin doruğunda artık güvenle ayrılabilirdim ondan. Teşekkür etti bana. Yalnızlığına ortak olmuşum.
Yavaş ve sakin adımlıyorum merdivenleri. Kulağımda yine Farid… Yerleştirdi yüzüme en neşeli gıcırtısını. Bense tıklarıma yakışan bir melodiyle topluyorum şimdi topuklarımda hayatı.
NİLAY AKÇAY
(TEMRİN DERGİSİ HAZİRAN 2009)
Ayaza kesen bir rüzgarın yüzüme musallat olduğu bir sabah…
Merdiven… Geniş basamaklı merdiven... İniyorum tek tek…Tık tık … Topuk sesim delecekken kulağımı yetişiyor imdadıma Farid Farjad. Ruhum sıkışıyor kemanın tellerine bu kez de -onun melodileri hep böyle yapmaz mı sanki - İlerliyorum. Her sabahki , yaşamın ağırlıyla ağırlaşmış insanların taşıyıcısı, yorgun otobüs; beni alıp götürecek. Ben de ağırlığımı bırakacağım koltuklarına birazdan.
Tık tık… Tık tık… Gözlerim çivilenmişken adımlarıma Farid coştu nedense. Söktüm bakışlarımın çivisini adımlarımdan. Sökmez olaydım! Bu kez bakışlarım değil, ben çivilendim olduğum yere. Acaba Farid yine büyüledi de beni, hayal mi görüyorum. Bir çift göz… Bütün hayatı yutmuş bir çift göz… Beni de yutacak sandım. İrkildim. Duruyor öylece. Kıpırdamıyor. Ah kıpırdasa neler olacak ama kıpırdayamıyor. O kıpırtısız ama insanlar kımıl kımıl ve sanki o yokmuş gibi geçiyorlar sağından solundan. Saniyede onlarca soru koşuşturdu beynimde. Sonra savuşturdum onları kafamdan, Farid de sakinleşti. Yaklaştım gözlere. Tık tık…
Duymadı tıklarımı. Aldırmadı. Farid coşmalıydın oysa ki. Yanaştım sağına. Eğildim bakışlarına. Bu sefer korkmuyorum, yutabilir beni de. Bakmadı. Sesine mi ilişsem acaba?
“ Aferdersiniz ! ”
“ … ”
“ Özür dilerim. ”
“ … "
Sessizliğiyle kovalıyor beni. Gitmeyeceğim. Durduk ikimiz de. Farid de durdu. Sessizliğe gömdük kelimelerimizi. Bazen sessizlik de işe yarar değil mi ? Bekledik. Ne tık tık ne Farid ne de kelime… Bu sessizlik fazla. Başladı yine Farid ve ekledi o da:
“ Git yanımdan! ”
İki kelime çarptı suratıma. Ayaza kesen rüzgardan daha sertti. Olsun, ben o rüzgara alışmıştım. Buna da alışırım.
“ Yardımcı olabilir miyim ? ”
Kafasını kaldırdı ve kömür karası bakışlarını göz bebeğime çarparak:
“ Hayır! ”
( Zaten Farid yine başlamıştı hüzün ıslıklarını çalmaya )
“ Nereye gideceksiniz ? ”
Kısa bir sessizlikten sonra -keşke sessiz kalsaydım aptal kafam , düşüncesiz , ne diye burnunu sokuyorsun? Bak yine darmadağın ettin bir ruhu - yıllardır damla damla biriken acı, yanaklardan yol alıp çağlayarak dökülmeye başladı avuçlarına .
Avuçladım acılarla ıslanan ellerini. Kanamaya başladı ruhum. Farid, susmalısın artık. Susturdum ikisini de. Konuşmadan ilerledik. Benim topuk tık tıklarım, onun baston tık tıkları… Bir o tıklıyor bir ben. Benim topuk aceleci ama onun baston yılların temkiniyle sakin. Topuklarım da uyum sağladı baston ritmine. Tık tıklar götürdü bizi evine. Kapının açılmasıyla bir ev dolusu yaşanmışlık karşıladı koridorda bizi. Evin sessizliğini, en az kendi kadar hayata tanık olan tahta merdivenlerin gıcırtısı bozuyordu sadece. Naftalin kokusuyla sarmaladığı siyah beyaz fotoğraflarda kendisini bulmamı istedi,gençliğini kanıtlamak istercesine.Kırılmış fotoğraflardaki yüzde, ince hatları arasında biriken kırışıklıklar eksikti sadece.Dalıp gitti fotoğraftaki yüzlere,sanki her bakışta yeni baştan yaşadı fotoğrafa kelepçelenen o anı.O çözülünce fotoğrafların kollarında ben çay demlemek için yol aldım mutfağa. Yaşanmışlıkları silmemek için sanki tutmuş rafında artık kaplaması kaybolmaya yüz tutmuş çaydanlığı. Elimde iki bardak çayla döndüm yanına.Donan kelimeler bir yudum sıcak çayla çözülmeye başladı. Yıllardır sessizlik ve kimsesizlikle hece hece ördüğü yalnızlık hırkası sökülmeye başladı. Yalnızdı ve yaşlıydı. Hem yalnızlık hem yaşlılık… Bu kadarı ağır olmalı. Konuştu bastonunun ritmiyle tıııık tıııık…Dinledim. Bir plak koydu eskilerden. Tanımadım. Anlattı. Oysa ne çok kişi varmış etrafında, ne çok! Yokladı hafıza sandığını. Başladı çıkarmaya tozlanan anıları. Anlattıkça neşelendi. Bir anlattı bir neşelendi. Neşesinin doruğunda artık güvenle ayrılabilirdim ondan. Teşekkür etti bana. Yalnızlığına ortak olmuşum.
Yavaş ve sakin adımlıyorum merdivenleri. Kulağımda yine Farid… Yerleştirdi yüzüme en neşeli gıcırtısını. Bense tıklarıma yakışan bir melodiyle topluyorum şimdi topuklarımda hayatı.
NİLAY AKÇAY
(TEMRİN DERGİSİ HAZİRAN 2009)
SUS ÇİÇEKLERİ
o'na
sana dair söyleyeceklerimi bu kez uzun tutuyorum
rüzgâr savurup da sağa sola çarpmasın diye sözcükleri
yağmurlu fakat rüzgârsız bir günü seçtim:
önümde durmadan göğe uzayan bir selvi
gölgesinde yıkanan serçeler
serçeler ki
içimde savrulup duran kavganın ölülerini taşır
baktıkça yüzüme bir dağ şiiri çarpan ölüleri
/acele et, düş bir ölümden usuma /
saçlarımdan savrulan kederlerin
dağılırken çıkardığı seste
yüzün var en çok da dudakların
her şey kendi içinden gelen bir ışıkla
yeninden canlanırken dudaklarında
gözlerim durmadan sana açılıyor
uzak, ıslak dağların gecesinde tünüyor aşk
/durma, dağıt aşkın yatağını saçlarımda /
bir dilden düşüyorum gecene
yasaklanmış, küstürülmüş bir dilden
bu yüzden yumuşak tut ellerini
devletin zihnimi bedenimle terbiyeye kalkıştığı
günlerin izlerini taşıyan acılarımı
bir gülün yaprakları arasına al
çağır ruhunun babam yanlarını
gözyaşlarımın içinden bir palyoça çıkar
oyuncak bebeğimden dinlemeyi öğren
ve direnmeyi bir gerilladan
/ unutma, bana giden yol bir gerillanın sağlamlığından geçer/
ruhunda kırıtan perileri
alkol komasında sayıkladığın aşkları
dağıta dağıta gel bir şiirden
sus çiçekleri alayım ağzıma
sen tenimin kuşlarını uçururken
/ gel ve bir şiir uçur bedeninden bedenime /
Nilay Akçay
( ekim-kasım 2009 )
sana dair söyleyeceklerimi bu kez uzun tutuyorum
rüzgâr savurup da sağa sola çarpmasın diye sözcükleri
yağmurlu fakat rüzgârsız bir günü seçtim:
önümde durmadan göğe uzayan bir selvi
gölgesinde yıkanan serçeler
serçeler ki
içimde savrulup duran kavganın ölülerini taşır
baktıkça yüzüme bir dağ şiiri çarpan ölüleri
/acele et, düş bir ölümden usuma /
saçlarımdan savrulan kederlerin
dağılırken çıkardığı seste
yüzün var en çok da dudakların
her şey kendi içinden gelen bir ışıkla
yeninden canlanırken dudaklarında
gözlerim durmadan sana açılıyor
uzak, ıslak dağların gecesinde tünüyor aşk
/durma, dağıt aşkın yatağını saçlarımda /
bir dilden düşüyorum gecene
yasaklanmış, küstürülmüş bir dilden
bu yüzden yumuşak tut ellerini
devletin zihnimi bedenimle terbiyeye kalkıştığı
günlerin izlerini taşıyan acılarımı
bir gülün yaprakları arasına al
çağır ruhunun babam yanlarını
gözyaşlarımın içinden bir palyoça çıkar
oyuncak bebeğimden dinlemeyi öğren
ve direnmeyi bir gerilladan
/ unutma, bana giden yol bir gerillanın sağlamlığından geçer/
ruhunda kırıtan perileri
alkol komasında sayıkladığın aşkları
dağıta dağıta gel bir şiirden
sus çiçekleri alayım ağzıma
sen tenimin kuşlarını uçururken
/ gel ve bir şiir uçur bedeninden bedenime /
Nilay Akçay
( ekim-kasım 2009 )
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)